“Bağlı kalamıyoruz”, Türklerin psikomitolojik kodları

Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Bilgin Saydam, Türkiye’de “psikomitoloji” alanında araştırma yürüten tek isim. 2009-2015 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olarak görev yapan Prof. Dr. Saydam,  şimdiye kadar “psikomitoloji” alanında önemli eserlere imza atarken, hem felsefe hem de psikiyatri dünyasında adından sıkça söz ettirmeyi başardı. Prof. Dr. Saydam önümüzdeki günlerde yayımlanacak yeni eserinde de ilginç teoriler ile gündeme damga vuracak. Üstelik kitabı henüz tıp fakültesi öğrencileri  Elif Naz Bulut ve Enes Buğra Uyan hayata geçirecek. Yeni kitap öncesi konuştuğumuz  Prof. Dr. Saydam’a; Türk kültürünün psikomitolojik kökleri ile ‘Türkler’in davranış kalıplarını sorduk…

Türkler ile kimse ilgilenmiyordu diyor Prof. Dr. Saydam ve ekliyor: “Sonuçta biz de insanız. Yani ben de Türk insanı olarak insanım…

Psikomitoloji çalışıyorsunuz. Antropoloji, felsefe, psikoloji, mitolojiyi kapsayan oldukça kapsamlı bir alan. Öncelikle hepsinin kesişim noktasında duran kültürü sormak istiyorum?

Kültür dediğimiz şey “mit” ve “rit” kompleksi. Yani birtakım söylemler o söylemlerin gerçekleşmesini sağlamak için veya onları unutmamak için yaptığımız tekrarlar. Tabii ki tarihsel bir boyutu var. Kültürün sürekli değişimi söz konusu. Unutulmasın ki, kültür, yalnızca coğrafyaya bağlı değil, Tarihe, iklime, millete, mitlere, insana bağlı sosyo-kültürel bir örüntü.

“Türk kültürü” hatta “Türk yok” diyenler bile var?  

7 ile 14. yüzyıllar arasında büyük kitleler halinde güneye ve batıya yönlenen Türk toplulukları buralarda yerleşik ya da istilacı kültürlerle karşılaşıyor. İlişkiler taraflar için önemli sonuçlar doğuruyor. Türkler, göçer yaşam tarzı, animistik, şamanistik inanç dizgelerini büyük ölçüde değiştirse de, bu değişim kısmi olarak kalmıştır. 

*Kadim Türk kültürüne gidecek olursak?

“Nihayetinde Sibirya ormanlarında ve bozkırda göçer olarak yaşayan, avcı, toplayıcı ve yağmacı olarak tarihe giren bir toplum. Sonrasında hayvancılık işin içine giriyor. Tarım çok çok sonra, küçük ölçekte gündeme geliyor. O dönemde ölüleri gömmek için bile kışın geçmesini, toprağın çözülmesini bekliyorlar. Nerede tarım yapacaklar? Tarım, sizi tarım yaptığınız yere bağlıyor.”

Prof. Dr. Saydam, bozkırın korkutucu sessizliğini anlatırken, “Hiçbir yere bağlı kalmama hali” diyor.

*Türk Kültürü için “Göçer” tanımı doğru ve yerine oturan bir tanım mı? 

Türkler sürekli hareket halinde. Hatta erken çağlarda korkunç bir hareketlilik var. Konakladığın toprağa bir katkıda bulunma gereksinimi söz konusu değil. Bu durumda gittiğin yerde bulduğunu yiyorsun. Eğer oradaki koşullar değişiyorsa o zaman kalkıp başka yere gidiyorsun. Yani sürekli bir yatay hareketlilik hali var; ama bulunduğun yere emek verip orayı geliştirme, orada bir şeyler bozulduysa da tamir etme gereksinimi yok.”

*Bu etki veya kültürel genetik halen devam ediyor mu? 

Niye ticaret, esnaflık ve zenaat yakın zamana kadar gayrimüslim ve Türk olmayan ahalinin elindeydi? Türkler niye bu kadar geç öğrendiler? Cumhuriyetten sonra ortaya çıktı. Çünkü gündelik yaşanıyordu. Yani bulduğunu alıyorsun, ondan sonra orada iyi bir müşteri havuzu oluşturmana gerek yok, başka bir yere gideceksin ve bir daha aynı müşteri havuzuyla karşılaşmayacaksın. 

Prof. Dr. Saydam; göçer kültürün etkisinin sürdüğünü söylüyor.

*Ata topraklarından kopup gelmenin psikolojik nedenleri var mı? 

Geçen ay bir haftalığına Kazakistan’daydım. ‘Bozkırı görmek istiyorum’ dedim. Sağ olsunlar götürdüler. Birkaç dakikalığına bile olsa yaşadığım şey beni ürküttü. Total sessizlik. Bizim sessizlik dediğimiz şeyin aslında ne kadar dolu olduğunu orada görüyorsunuz. Dümdüz bir alan. Yükselti yok, ağaç yok, hiçbir şey yok. Kilometrelerce gitseniz de hiçbir şeye rastlamadığımız ve o referanssızlık içinde kaybolabileceğiniz bir ortam. Bu İsmet Özel’in bir lafını aklıma getirdi, ‘İnsan için önüne çıkan bütün yollar yürünebilir yollar ise o insan artık kaybolmuştur’ diyordu.

*Osmanlı ekonomisi neydi?

“Konunun uzmanı değilim. Nihayetinde savaş ve fetih ganimetleri, vergiye veya haraca bağlanan topluluklardan gelen paralar vardı. ‘Osmanlı’da yüksek zenaat vardı’ deniyor. Lokal olarak vardı belki, çoğu da Anadolu’nun, Balkanlar’ın, Suriye’nin, Filistin’in kadim yerleşiklerinden öğrenilen şeylerdi. Türk göçer kültürünün de getirdiği zenginlikler var muhakkak…”

Prof. Dr. Saydam, göçer Türkler’in doğa belirleyici güç kabul ettiğini vurguluyor 

*Türk kültürü ve ‘İslam’ etkileşimi nasıl oldu?

“İslam eril ilkenin ön plana çıkartıldığı tek tanrılı bir din. Doğayı yani dişil ilkeyi yaşamı belirleyici güç olarak belirleyen animist göçer Türklerin İslamlaşma süreci zor ve sancılı olmuş gibi… Bazı efsanelere dayanarak resmi tarihin öğrettiğinden farklı gelişmiş, çok kan ve gözyaşı dökülmüştür. Oğuz Kağan destanının geç dönemde, İslama uyarlanmış versiyonu, Satuk Buğra Han Destanı eski-yeni geçişmesi bağlamında ilginç örnektir.”

mert.inan@haberglobal.com.tr 

 

Kaynak: Web Özel

Yorum yapın